"Şehrin birbirinden tamamıyla farklı üç görünümü vardı. Cite'ye kiliseler, Kent'e saraylar, Üniversite'ye kolejler damgasını vuruyordu."
Eşsiz mimari eserlerin içinde büyüyüp de şair, yazar veya herhangi bir sanat dalıyla ilgilenmemek sanırım şehre yapılmış en büyük ayıptır. Biraz sert oldu bu sözlerim farkındayım fakat Paris'de yani katedralleriyle, kiliseleriyle ve birçok mimari şaheserleriyle dolu bu şehirde doğup büyüyen bir Victor Hugo olmak çok mu zor! Tabi bu bir şaka yalnız hangi şehirde yaşadığımız, hangi devasa kapılardan geçtiğimiz, neler gördüğümüz kaderimizi etkiliyor. Bu gerçeği göz ardı etmemeliyiz, zamanında da etmedikleri aşikar; padişahlar, krallar kendilerine devasa saraylar inşa ettirdi, şehirlerini harika sanatsal çalışmalarla süsledi, her bir yapıya oldukça önem verdi. Mimarlar, sanatçılar söylemek istediklerini bu çalışmalarla anlatırdı, her yapının bir ruhu, bir hikayesi olurdu. İnancını, inançsızlığını veya yönetime baş kaldırdığını göstermek için çizer, inşa eder, tıraşlardı... Bu yapıların içinde yaşayan insanların da hayal dünyası gelişti, zenginleşti. Sonra ihtilaller, savaşlar, devrimler nedeniyle yapılar içler acısı bir hal almaya başladı. Bunlardan biri de Notre Dame Kilisesiydi.
Victor Hugo öncelikle şiirleriyle tanınan bir şairdi, anlatmak istediklerini ifade etmek için şiiri seçti. Yeterli olmadığına kanaat getirip yazı yazmaya yöneldi. Matbaanın bulunuşuyla zaten insanlar yıllarca süren yapılar yapmayı azar azar bırakıp ve ifade etmek istediklerini yazarak gösterdi. Notre Dame'ın kamburu, orijinal ismiyle "Notre Dame De Paris" 19.yüzyıl başlarında Paris şehir planlamacıları tarafından yıkılmak istenen Notre Dame Kilisesi'ne tepki olarak çıkan bir eserdir. Victor Hogo, bu yapının da içinde olduğu muhteşem bir hikaye yazarak dikkatleri üzerine çekmeyi başardı ve yıkılmasını engellemede büyük bir rol oynadı.
Notre Dame'ın Kamburu birçok formda karşımıza çıkar; çizgi filmi yapıldı, tiyatrosu, operası, müzikali... Fakat genelde dramatik aşk hikayesine odaklanıldı. Aslında eser toplumsal eşitsizlikler, inanç, mesleki statü farkları, kaderin insan yaşamına etkisi, doğuştan gelen engeller, sınıflar arası farklılıklar, bireyin içsel çatışmaları, toplumun güzelliğe ve çirkinliğe bakış açısı, kontrol edilemeyen duygular, mimari eserlerin yeri ve önemi gibi birçok konuya değinir. Kitap herkesin ruhuna girip çıkan, düşüncelerini okuyan bazen de sadece dışarıdan gözleyen bir bakış açısıyla yazılır. Muhtemelen bu yöntemle Victor Hugo 'ön yargıya' da bir eleştiri getirdi.
MEKAN
Eserin yazılış amacı nedeniyle önemli bir yer tutan Notre Dame Kilisesi dışında Greve Meydanı, Katedralin Çan Kulesi, Paris'in yoksul mahalleleri de hikayede geçen mekanlar arasındadır. Ayrıca eser bize Paris şehrinin planı hakkında da bilgi verir; şehir Cite, Üniversite ve Kent olmak üzere üç bölüme ayrılmıştır. Mekanlara önem veren Hugo, insan ile mekanların ruhsal olarak benzerliklerini ifade eder.
ZAMAN
Roman XI. Louis döneminde geçer. Bu dönemde kral, askeri gücü kendi lehinde kullanır. Halk yoksul, ezilen ve din ile baskılanan konumundadır. Bu yüzden Hugo zamanın yaşantısını, o karanlık dönemleri ifade etmek için kötü kalpli bir rahip ve vurdum duymaz kral karakterlerini eserinde kullanır.
KARAKTERLER VE HİKAYE
Biçimsiz, sağır ve tek gözlü, çirkin Quasimodo hikayede en çok ön plana çıkan karakterdir, aslında ön plana çıkışı kitapta çok fazla bahsedildiğinden değil okuyucunun ilgisini çeken orijinal bir karakter olmasından kaynaklanır. Hatta o kadar çok ilgi çeker ki, kitap Notre Dame'ın Kamburu olarak anılır. Diğer karakterimiz güzeller güzeli, iyi kalpli çingene kızı Esmeralda. Çevresindeki herkesin dikkatini çeken, büyülü bir güzelliğe sahiptir. Fakat yüzü gibi güzel bir kaderi yoktur, daha bebekken çingeneler tarafından annesinden çalınır. Sonra çingeneler tarafından büyütülüp, yetiştirilir. Sokaklarda keçisi Djali ile birlikte gösteriler yapar. Toplum çingenelere çok iyi gözle bakmaz, özellikle eğitilmiş bir keçi ile gösteri yapması onun büyücü olabileceği yönünde endişelere yol açar. Ve bu ön yargıyı destekleyen ise kötü kalpli, yaşlı ve çirkin rahip Claude Frollo'dur. Esmeralda'ya karşı kontrol altına alamadığı duygular yüzünden tehlikeli bir adama dönüşür. Bekar kalması gerekirken bir aşkın peşine düşer, gururunu ayaklar altına alır ve sevdiği kadının önünde eğilir, ondan aşkına karşılık vermesini ister. Ama Esmeralda ucunda ölüm bile olsa ona dönüp bakmaz. ve rahip şu sözleri sarf eder; "Bilginken, bilimi ayaklar altında çiğniyorum; asilken, adım mahvediyorum; rahipken, dua kitabını bir kösnü yastığı yapıyorum. Ama yine de sen Esmeralda beni hala sevmiyorsun."
Esmeralda, Phobeus adında bir yüzbaşına aşık olmuştur, Yüzbaşı onu sevse de asla onunla evliliği kendine yakıştıramaz. Çünkü kendisi bir asil, Esmeralda basit bir çingene kızıdır. Yine de Esmeralda onu her şeye rağmen sever, onun için metresi bile olur.
Diğer karakterimiz ise Esmeralda’nın annesi Paquette la Chanteflevrie'dir. Daha bebekken elinden bebeğini alan çingenelere karşı aşırı bir nefret besleyen Paquette, bilmeden kendi kızından nefret eder. Hatta onun asılıp ölmesini ister.
Pierre Gringore bir şair, oyun yazarıdır. Hikayede sergilediği oyuna tek bir kişi bile ilgi duymaz, halk daha eğlenceli olaylar peşinde koşar. O sırada Pierre kendini sokağa atar ve Esmeralda ile karşılaşır, onu takip eder. Bir anda kaybolur ve kendini varoş bir semtte bulur. O mahallede çingenelerin eline düşer ve idam edilmesine karar kılınır. O anda Esmeralda onunla evlenmeyi teklif ederek onu kurtarır. Her ne kadar bu duruma Pierre çok sevinse de Esmeralda bu evliliği hiç önemsemez. Zaten hemen kendini aşık olduğu yüzbaşının kollarına atar.
Rahip Claude Frollo bu durum karşısında Phoebus'u yaralar ve Esmeralda'yı statüsünü kullanarak idama mahkum yapar.
Ve Johan Frollo, rahip Claude Frollo'nun serseri kardeşi. Sürekli eğlence peşinde koşar ve Claude'den sürekli para koparmak için türlü oyunlar oynar. İstediğini de alır.
Karakterlerimizden bir diğeri de Kral XI.Louis'dir. Esmeralda'nın asılmasını emreder. Halka acımaz ve keyfine düşkün davranır. Askeri gücü kendi lehinde kullanarak istediğini yaptırır.
Hikayenin bilinirliğinden dolayı özet geçerken tüm olayları gizlemeden kısaca anlattım. Şimdi gelin olayları bir gözden geçirelim.
BENİM DÜŞÜNCELERİM
Öncelikle Victor Hugo neden asıl anlatmak istediğini baskılayacak dramatikte bir hikayeye başvurdu bilmiyorum, belki bunun farkında değildi belki de hikayenin çarpıcılığı sayesinde vermek istediği mesajı duyurmayı amaçlamıştı. Her ne olursa olsun oldukça zekice yazılmış bir eserle karşı karşıyayım ve bu eseri okuma şerefine ulaştığım için de mutluyum.
"Benim talihsizliğim bu halimle bile insana daha çok benziyor olmam. Şu keçi gibi tamamıyla bir hayvan olmak isterdim." Bu sözler çirkinliğinin farkında olan Quasimodo'ya ait. Victor Hugo bu karakterle aslında görünenin ardında olan iyi kalbi ve saf aşkı nitelendirmiştir. Bir yanda rahip, bilgin bir adamın aşkının korkunç sonuçları, bir tarafta Quasimodo'nun Esmeralda için göze aldıkları, onun mutluluğu için Phoebus ile her türlü tehlikeye rağmen konuşmaya gitmesi. Üç farklı aşk ve üç farklı aşkın ifade ediliş biçimiyle karşılaşırız. Üç farklı statü, üç farklı görünüş, üç farklı kişilik tipi.
İnsan ruhunun çevresel faktörlerden ne kadar çok etkilendiğini görürüz. Bir din adamının kendi konumunu kullanarak Esmeralda'ya yapmış olduğu haksızlığı okuruz. İnsan evladının elde edemediğine karşı duyduğu nefret, bu nefretle beraber alınan canice kararlar.
Ve Phoebus ile eylemsizliği anlatır bize yazar, sevmek fakat statüsü için kendinden taviz vermemek. Aşkı yok saymak.
Quasimodo'nun aşkı gerçek aşktı. Fakat akıllara şu soru gelir, eğer Quasimodo çirkin, kambur biri değil de zengin, yakışıklı bir asilzade olsaydı yine de Esmeralda'yı bu kadar çok sever miydi? Onun için yaptığı bunca şeyi o zaman da yapar mıydı?
Nedir insanı bu kadar değiştiren?
Ve toplumun güzele karşı nefreti, onu yok etme isteği neden var? O çirkinliğin içerisindeki güzel kalbi göremeyecek kadar kör olabilmek neden? Neden sırf bir tarafları eskidi diye ruhunu göremediğimiz o kiliseyi yıkma isteği? Üstü tozla kaplı diye bir kenara atma isteği neden var? Biraz mücadele edemez miyiz? Değerler için yaşayamaz mıyız? Statümüzü, eskimişliğimizi, çirkin görüntümüzü, yoksulluğumuzu bir kenara atıp gerçeği görme şansına erişemez miyiz? Aşkın gerçek manasını kavrayıp, o karmakarışık duygulara dur demek zor mu? Gücün esiri olup, her şeyi elde edemeyeceğini anlayınca çileden çıkan insan ruhuna, ruhlarına ne zaman dur diyebileceğiz? Sürüye ayak uydurmak yerine Esmeralda gibi iyilik için mücadele ne zaman edeceğiz?
SUKHA BİLGE
Comments