İskender Pala ile Katre-i Matem kitabıyla tanıştım ve okuduğumda yaşadığım topraklara yeniden aşık oldum. Ne öğretiler saklıydı, neler yaşandı bir nebze bilgi sahibi olup hayranlığım arttı. Evet dünya klasiklerine, Yunan ve Roma felsefesine, Avrupa tiyatrolarına beni etkilediğinden yöneldim fakat oralarda bu kadar zevk aldığım bir eserle karşılaşmadım. Daha sonra Türk Edebiyatına gereken önemi vermediğimi düşünerek bu topraklardan çıkan eserlere yöneldim. İskender Pala'nın bendeki yeri ve önemi o yüzden oldukça fazladır. Kendine hayran bırakan Doğu ve Anadolu edebiyatı zamanla beni içine çekti. Dünya Edebiyatı ile beraber artık kendi topraklarıma ve daha doğuya yöneldim. Sonra İhsan Oktay Anar, Ahmet Hamdi Tanpınar, Hakan Günday ve daha birçok yazara yer verdim. İnsan kendine ilham olabilecek, okurken büyük zevk alabileceği kitapların peşinden gitmeli, yeni deneyimlere yer vermeli.
İskender Pala'nın OD adlı eserini okuduğumda da yine çok etkilendim, anladım ki İskender Pala okumak pişmanlık olamazdı. Kervan kitabı en son çıkan eseri ve yine çok etkileyici bir hikaye sunuyor. Buradan siz okurlara tavsiyem gerçekten objektif olarak okumanız, hangi dine mensup olursanız olun bilin ki her taraftan öğrenebileceğiniz, ilham alabileceğiniz güzellikler oluyor. Okurken bu yüzden tarafsız okurum, yazarın dinini, düşüncesini sorgulamam, ne anlattığına ve bana nasıl aktardığına bakarım.
Bu kadar muhabbet yeter, şimdi gelin Kervan eserini inceleyelim.
KERVAN
Osmanlı'da 500 yıldır süren bir gelenek vardı, bu geleneğe göre her yıl hac mevsiminde hacca gitmek isteyen Surre Alayları ile beraber para dışında pek çok kıymetli eşyalar kutsal mekana gönderilirdi. Bu kıymetli eşyalar Hicaz bölgesinde yaşayan ihtiyaç sahiplerine, bakımı-onarımı yapılması gereken mescitlere, camilere ve zahitlere, ahaliye ulaştırılırdı. Bu sayede İslam'ın emrettiği gibi insanlara mal ile yardım etme gerçekleşirdi. Hikaye bu Surre Alayını konu alır. Beş yıldır kutsal mekana gidemeyen halk oldukça hüzünlüdür, gidememelerinin sebebi ise kervan yolunu tutan çeteler yüzündedir. Bu çeteler yıllarca hacca gitmek isteyen halkı perişan eder. Buna rağmen Üsküdar'da toplanır hacı adayları ve yola düşerler. Bu kervan bölümlere ayrılarak ilerler ve bu bölümlerin biri var ki içinde bir müderris, bir mülâzım, bir kuşbaz, bir berber, bir bezirgân, iki deveci, bir seyis ve bir meczub barındırır. Aynı zamanda diğer tarafta güzel bir cariye ve engelli bir kız çocuğu...
Eğer bir kitap beni hikayenin bir parçası yapıyorsa yani hikayede ben de olayların içinde gibi hissediyorsam o kitap gerçekten iyidir. Bir kervanda yolculuk yaparken ki hislerimi buradan aktarırsam yanlış olmaz. Muazzam bir yolculuktu, zordu, çetindi fakat öğreticiliği çok yüksekti. Anlatıcı Yahya Efendi ile aynı bilgisizlikle yola çıktım, zaten yazarın okuyucu için seçtiği bu karakter çok yerinde oldu. Onun anlamaya çalıştıklarını bizde beraberinde sorguladık, Meczub Hüdayi ile paylaştığı o anılardan onun kadar bizde nasibimizi aldık. Eğer bir kitap yazmaya karar verirseniz, anlatıcı çok önemli bir rol oynuyor. Öncelikle okuyucuya neyi nasıl vermeniz gerektiğini bilmeniz lazım. Örneğin bir önceki kitabımda eser ilahi bakış açısıyla yazılmıştı, öyle olmalıydı, neticede tüm karakterlerin ruh dünyası bizi fazlasıyla ilgilendiriyordu. Fakat Kervan kitabında bazı şeyler gizemli kalmak zorunda, bazı hallere uzağız çünkü o mertebelerde değiliz. Biz hikayedeki meczub olamayız, biz sıradan bir Yahya Efendi olabiliriz. O yüzden anlatıcı Yahya Efendi oldu. Bu olayı iyi yazarlar çok iyi başarıyor.
Kervanda neler yaşanmadı ki, kaderin er ya da geç gerçekleşeceği gördük, casusların nasıl kılık değiştirip içeriye sızdıklarına şahit olduk, posta güvercinleri ile haberleşmenin nasıl yapıldığını öğrendik, tutkulu bir aşk hikayesiyle karşılaştık, engelli bir kızın mucizevi bir şekilde dönüşümünü izledik, çölde gündüzün sıcağı ile kavrulup gecenin ayazı ile üşüdük. Hacıların Mekke'ye vardıklarındaki duygusal halleriyle duygulandık, kendilerine Vehhabi adını taktıkları çetenin nasıl yanlışlıklara düştüklerini gözlemledik.
Bunca olayı yaşadıktan sonra en önemli 4 öğreti çıkardım kendime;
1-) Ne kadar engellemeye çalışsan da kaderinde varsa yaşanacaktır. Kiminle evleneceğin belli ise bunu değiştiremezsin. Değiştirmeye çalışsalar da olmaz. Ya da sen ısrar etsen de onunla evlenmek için, nasibinde yoksa olmaz. Bu gönül işlerini akışına bırakmaya ve zamanı ne zamansa gelip seni bulacağını bilmekte fayda var. Üzülmeye dert etmeye, sıkıntıya girmeye gerek yok.
2-) Dini kullananlar her devirde oldu. Özellikle düşmanlar nereden ayrıştıracaklarını dışardan gözlemledikleri için çok iyi biliyorlar. Daha önce "Fedailerin Kalesi Alamut" eserini okuduğumda da bu olayı çok iyi gözlemlemiştim. Din her zaman güçlü olmak isteyenlerin, ortalığı karıştırmak isteyenlerin ilk planı haline gelmiştir. Hikayede Vehhabilik adında sözde İslam'a hizmet etmek isteyen çeteler türeyip, Müslümanları katlediyordu. Daha bir kaç yıl önce İŞİD adı altında çıkan bir grup terörist de aynı gerekçeyle bir çok cana kıydı. O yüzden çok dikkatli olunmalı ve çok okumalıyız, aksi taktirde birilerinin maşası haline gelinebiliyor.
3-) Aşk eskiden yaşanıyordu. Evet aklını kaybedip kaç kişi yattı hastanelerde! Şu andaki materyalist düzende maalesef bu pek mümkün olmuyor. İnsanlar aşkından çabuk vazgeçiyor tabi buna aşk denilirse, gelip geçici bir heves daha doğru olur. Ve sevgiliye duyulan aşkla Allah'ı bulmuş olan bir çok Maşuk oluyordu. Bu muazzam hisleri sanırım hakketmiyoruz, gelip geçici hislerle oyalanıp duruyoruz. Hisler ve duygular aslında dünyanın en güzel nimetidir.
4-) Bu kitabı okurken ve aynı zamanlama ile hayatımda yaşanmış olduğum bazı olaylar neticesinde şu dersi aldım; "Ölç biç, sonra kes! Düşün, taşın, sonra söyle! Anla, bil, sonra yap!" Evet tam olarak böyle. Bilmeden birçok zan yapıyoruz, anlamadan dinlemeden gördüklerimizi yorumluyoruz, kendi beynimizden çıkan çıktı ile gerçekte olan olay arasında dünyalar kadar fark oluyor. Bende şuna karar verdim, kötü de olsa iyi zan yap.
KISA BİR NOT
Her kitap bir dünya, yaşadığım o kadar çok hayat ve o kadar çok zaman var ki. Kendimi bu konuda çok şanslı hissediyorum. Bence kitaplarla dolu bir dünya için mücadele edin, sadece bir ömre binlerce yaşam sığdırılabiliyor. Yazarlar iyi ki var...
SUKHA
Comments