Adem meleklerden farklı olarak yaratıldı, bir yanı karanlık bir yanı ışık, bir yanı melek kanadı bir yanı şeytan ıslığı, bir yanı çamur beden bir yanı kutsal ruh, bir yanı iyiliğe açık bir yanı iyiliğe kapalı. Bütün melekler tüm bu noksanlıklarına karşı Adem'e secde eder, biri hariç.
Ateş dedi, en üstün yaratılış unsuru, görkemli, asil, sınırsız. Kibir etti, secdenin tam tersi. Ve bu melek bu hareketiyle lanetlendi, adı şeytana çıktı. Ant içti, Adem'i yoldan çıkarmaya ve Havva'nın kanına girmeye yemin etti.
Adem ki Havva'nın büyüsüne kapılır, onun güzelliğine tutulur. Havva ki şeytanın sesini duyar merak eder elmayı. Ve sonra tüm insanlığın kaderinin şekillendiği an gerçekleşir, Adem elmayı koparır ve ilk ısırıkla Dünya kapısı onlara açılır.
Adem ile Havva Dünya'ya gönderildiklerinde yanlarına üç şey alırlar; Kelimeler, Annelik duygusu ve Aşk. Kelimeleri Adem yanına alır, annelik duygusu Havva'ya kalır. Ama aşk tek kişinin kaldırabileceği ağırlıkta değildi, çok ağırdı ve ikisi de sırtlandı.
Adem Dünya'ya geldiğinde gözü Havva'yı aradı, onunla bu acı dinebilirdi ancak. Ve sonunda onu buldu. Habil ve Kabil bu şekilde doğdu. Habil'e çobanlık, Kabil'e çiftçilik görevleri verildi. Ve şeytan ikinci kötülüğünü yaptı, Kabil'i kandırarak kardeşini öldürttü. Habil, Kabil'in ellerinden ölümü tattı ve böylece ilk katil ve ilk ölüm yaşandı.
Adem ile Havva inancımızın bir parçası olarak hayatlarımızda yerini alıyor. İnsan böyle bir olayla Dünya gibi acı, kaos dolu bir evrene ayak bastığına şaşırıyor. Depremler, seller, kayıplar, depresyon, anlamsızlıklar, acı ve sancılar, yükselişler ve düşüşler... İnsan evladı için ne çok zorlu an var öyle değil mi! Dünya yaşanılacak bir yer değil. 6 Şubat depreminden sonra yazıyorum bu kitap yorumunu ve bendeki yıkımı hiçbir ekip toparlayamaz. Bütün sosyal medya hesaplarımı kapattım ve kendime döndüm bir süre, bu dünyada ne işimiz var sorgusuyla baş başa kaldım. Öncesinde sürekli güzel şeyler paylaşırken ve umut doluyken bir anda gerçeklerle yüzleştim. "Ölüm tek ilham kaynağıdır." Dağınık olan hayatımı toparlamaya çalıştım hep, düzgün bir hayat istedim. Normal insanlar gibi belki çocuk yapmak ve rutin bir iş hayatı yakalamak. Sonra her şey bir anda beynime hücum etti, ne düzgündü ki toparlanmalıydı hayatlarımız. Ölüm bu kadar yakınken ve aniden gelebilecekken ne önemi vardı diğer her şeyin. Bazen düşünmek çok yorucu bir eylem.
İnsanlar kendilerince yaşama bir kural koymuşlar, hangi ailede doğduysan gelenekleri izleme zorunluluğun var, aykırı davranışlar kimse tarafından hoş karşılanmaz. Elimizde bir hayat var ve onu nasıl yaşamamız gerektiği de belli. Bu tam olarak boyama kitapları gibi, dışına taşırmadan kırmızı balonu kırmızıya, mavi balonu maviye boyayarak zaman geçirmeye benziyor. Çok nadir insanlar kendi resmini çizip istediği renge boyama cesaretine sahip olabiliyorlar ve asıl yaşamı hissedenler de onlar.
Şimdi karavanımda oturmuş bu cümleleri yazarken yeniden düşüncelere dalıyorum, tam olarak neredeyim ve yolculuğumun yönünü nasıl tayin etmeliyim? Sonumuz kıyamete denk geldiyse bunun ne önemi var!
SUKHA
Commentaires