JACK LONDON
Amerikalı gazeteci ve roman yazarı olan Jack London, Martin Eden dışında Vahşetin Çağrısı, Demir Ökçe, Beyaz Diş ve Deniz Kurdu başta olmak üzere elliden fazla kitap yazdı. O dönemin yani 1900 yıllarının Amerikası nasıldı, Jack London hangi sınıfta yer alıyordu, hangi işlerde çalıştı gibi soruları cevapladığımızda belki romanı çok daha iyi anlayabilir, yazar ve yazılanlar hakkında daha detaylı bilgi biriktirerek romanın bize katacağı değeri artırabiliriz. Fakat ben Jack London'dan çok Matin Eden ile ilgilenmek istedim. Yani gerçeklikle kurgunun bağını çözmek yerine gelin sizinle beraber kurguda kaybolalım.
MARTİN EDEN
Avrupa'da yazılan romanları okuduğumda genel itibariyle burjuvazi sınıfının mükemmelliği ve o mükemmelliğin altında olan gizli ve iğrenç sırlar yer alır. İnsanların o sınıfta yer alabilmesi için girdikleri mücadele ve sonunda kendi benliklerini kaybetmesinden oluşan kurguları görürüz. Amerika'ya döndüğümüzde ise bir hedef ve o hedef için insanüstü bir çaba sarfetme olayı ile karşılaşırız. Örneğin "The Pursuit of Happyness" filmine baktığımızda hayalleri ve idealleri uğruna çabalayan bir adamın hayatını izliyoruz.
Martin Eden karakteri işçi sınıfında mücadele eden, ağır işlerde çalışan, kaba bir kişiliğe sahip pislik içinde yaşayan bir gençtir. O gerçek hayatı bundan ibaret düşünür. Bir denizcidir ve hayatı zorluk içinde geçer. Başka bir hayatın varlığını Arthur Morse adında bir genci kurtardığı için, Atrhur'un onu evine davet etmesiyle keşfeder. Arthur burjuva sınıfına mensuptur, eğitimli, zengin ve gösterişli bir hayata sahiptir. Martin Eden o evde sadece Ruth'a tutulmaz, insanların bilgisine, kültürüne, hayatı yaşayış inceliklerine tutulur. Onlar hayatı yemek, içmek ve barınma ihtiyacını gidermek için değil bir sanat edasıyla geçirmek için yaşıyordur.
Martin Eden'in o ortamda bulunmasıyla beraber tıpkı "The Puruit of Happyness" filminde de gördüğümüz o aydınlanma anı ve mücadele başlar. Asıl mesele Ruth'un aşkını kazanmak ve onu elde etmek gibi görünse de arka planda Martin'in mücadele ettiği asıl mesele başkadır. O bilmek istiyordur. Her şeyi bilmek.
Kütüphanelere gidip Morse ailesinin yemek masasında konuştukları o derin bilgileri öğrenmek, onlar gibi nazik olmayı ve değişik fikirleri tartışmak ister. Uyumadan okur. Kendine Ruth ve ailesine yakışmak için bir takım elbise diktirir. Onların evine rahatça gidebilmek için bir bisiklet satın alır. Eniştesinin dairesinde kiradadır ve bazen yemek bile bulamaz, takım elbisesini ve bisikletini rehin bırakarak geçimini sürdürür. Ütücülük yapar, tekrar denize çıkar ve bir şekilde hayatta kalıp okumaktan ve öğrenmekten vazgeçmez.
Ruth, Martin'den üç yaş büyüktür fakat Martin Eden'den çok etkilenir ve ona aşık olur. Ruth'un Martin Eden gibi basit biriyle evlenmesini istemez Morse ailesi, fakat Ruth, Martin'e doğru dürüst bir işte çalışması karşılığında ailesinin onunla evlenmesine izin verebileceğini söyler. Martin çoktan yazar olma kararı vermiştir. Ruth'a kendisine inanmasını ve biraz beklemesini rica eder. Bu arada sürekli yazılar yazar ve dergilere gönderir. Hiç durmadan mücadele etse de bir türlü yazıları yayınlanmaz ve sonunda Ruth bu saçmalıktan vazgeçip doğru dürüst bir iş bulması için Martin'e ısrar eder. Onunla evlendiğinde ailesini geçindirecek bir geçip kaynağına sahip olması gerektiğini söyler. Hatta babasının yanında çalışması için ona baskı yapar.
Fakat Martin Eden, Ruth'un ısrarlarına karşı kendi ideallerinden bahsedip durur. O kadar çok inanır ki, onu aşık olduğu kadın bile vazgeçiremez. Bir süre sonra Ruth yorulur ve Martin'den ayrılır.
Martin bu noktada sarsılır ve hayatının amacı olan Ruth'un bir anda ondan vazgeçmesi derin bir üzüntü duymasına neden olur. Bu noktada Martin'in yazıları yayınlanmaya başlar ve popülerliği artar. Borçlarını öder ve yakınlarına yardım eder.
Martin'in kafası oldukça karışıktır, yeni bir şey yazmaz, dergilere sürekli gönderip reddedilen hikayeleri vardır elinde ama bu hikayeler o zaman reddedilmiş şimdi ise ilgi görüyor. Buna anlam veremez, nedenini sorgulamaya başlar.
Etrafındaki insanların aynı olmalarına rağmen onlara bakış açısının değiştiğini gözlemler. Mesela Morse ailesini eskiden ilahlaştırdığı ve oldukça bilgili, kültürlü insanlar olarak gördüğü zamanlar vardı. Fakat okudukça, fikir sahibi oldukça aslında onların ne kadar hatalı düşündüklerini fark etti ve kendisine, "Nasıl oluyor da her şey bir anda bu kadar aynıyken aynı zamanda da farklıydı?" soruları soruyordu.
Sorular kafasına hücum edip duruyor, bunca karmaşıklığı anlamaya çalışıyordu. Ruth'un bir anda geri dönmesi ise sorular zincirine bir yenisini daha ekledi.
Ne değişti? Ruth ve ailesi artık Martin'i kabul ediyor, gazeteler yazılarını yayınlamak için can atıyor ve Martin bunları artık eskisi kadar önemli bulmuyordu. Hayattan doyduğunu ve artık ondan daha fazla bir şey alamayacağına karar verdi.
İLHAM ALINACAK NOKTALAR
Martin Eden bize özellikle insanın okudukça, öğrendikçe hayata bakış açısının ne kadar çok değiştiğini göstermektedir. Biz yine aynıyız, etrafımız yine aynı fakat beynimiz o bilgileri emdiği için aynı düşünmüyoruz. Muhtemelen bu zamanında hepimizin karşılaştığı durumdur, ya da karşılaşacağı. Her yıl geriye baktığımda artık bir sene önceki benle ilgimin olmadığını fark edip dururum. Bu bazen utanç verici olur, nasıl böyle bir şey düşünmüşüm ya da neden ona böyle bir cevap vermişim gibi. Çünkü her yıl onlarca kitap bitiriyorum, bir çok şey öğreniyor ve yaşıyorum. Fikrim değişiyor, bakış açım değişiyor, beynim tamamıyla hayata başka bir türlü bakmayı öğreniyor. Bu ne zaman sabitlenir bilmiyorum fakat Martin Eden'in bize en çok göstermek istediği nokta bence buydu. Değişim beyinde başlar.
Evet, diğer bir nokta ise mücadele etmek. Etrafımızda herkes bize yapamazsın diyebilir, fakat sen onlar değilsin. Farklısın, evet onlar yapamaz, bu yüzden söylenip dururlar. Martin Eden'e aşık olduğu kadın dahi inanmadı ama o başardı.
Ve tutkularımız. Süreç mi önemlidir yoksa varacağımız nokta mı? Ben hep bu soruya varacağım nokta derdim, 25 yaşımdan önce. Fakat hayat bir yoldur ve varacağımız en son nokta ölümden başka bir şey değil. O yüzden mücadele etmeyi sevmek, bu süreçte varmak istediğimiz noktadan çok, yolu sevmek en güzelidir. Yolu sev!
Kitap sadece bunları öğretmedi aynı zamanda Martin Eden'in anlam arayışı kendi anlam arayışıma yardımcı oldu. Hikaye basitti, eğer yazarın nereli olduğunu bilmeseydim Amerikalı olduğunu tahmin edebilirdim. Genellikle Amerikan tarzı bir hikaye, içinden güzel anlamlar çıkarmak lazım, hikayeye odaklanmak yerine anlamı aramak gerekli. Genel itibariyle sevdiğim bir kitap olsa da lise yıllarında okumak daha iyi olurdu. Şu an bana katkısı daha az oldu.
Keyifli okumalar...
SUKHA
Comments