Bir önyargı ile başladı aslında süreç, Zülfü Livaneli'nin benim tarzıma nedense uygun olmadığını düşünüyordum. Neden bu önyargıya kapıldım, inanın bilmiyorum. Fakat bir tahminim var, popüler kültürden kaçma isteğim. Her yerde bu kadar popüler hale gelmiş olan bir kitap basit bir hikayeden mütevellittir, diye düşündüm. Malumunuz benim bir kitapta aradığım özellikler, okuduğum kitaplar artıkça fazlalaşmakta. Beni her yönden besleyecek ve yeni araştırma konularına ön ayak olacak nitelikte kitaplar tercih ediyorum.
Serenad kitabı da tam olarak bu önyargıma tokat attı. Kitabın ana fikri "ÖNYARGILARIMIZ".
İstanbul Üniversite'sinde Maya Duran adında halkla ilişkiler bölümünde çalışan bir kadının, Alman asıllı ABD'de Profesör olan Maximilian Wagner adındaki yaşlı bir adamı ağırlamasıyla hayatı tümüyle değişir. Kendi ailesindeki bilinmeyen bir takım olaylarla beraber Maximilian'ın gençlik dönemlerinde yaşamış olduğu bazı olaylar da gün yüzüne çıkar. Acı dolu bir geçmişle karşılaşan Maya oldukça sarsılır. Kendi babaannesi ve anneannesinin 2.Dünya Savaşı sırasında yaşadıkları zalimlikler, Profesör Wagner'in karısı olan Nadia'nın kaderiyle ortaktır. Oğlu Kerem ile yaşayan boşanmış bir kadındır Maya, başına sırf bu yüzden bile birçok olay gelir. Tek başına ayakta kalmaya çalışan bir kadının belayı çekmesi için bir kadın olması bile yeterliyken üstüne bir de boşanmış olması büyük olaydır. Konu bazı toplumsal problemlere değinse de asıl mesele ırklar, dinler, milletler hatta bazen renkler üzerine kurduğumuz önyargılarımızdır.
Kitaptaki şu soru oldukça dikkatimi çekti "Düşünce mi önce geliyor, algılama mı?"
Eğer ailem farklı olsaydı, Müslüman değil de Hristiyan bir ailede doğmuş olsaydım yine aynı şekilde düşünüyor olur muydum! O halde algı ile yetiştirilip, sonra düşünüyoruz. Bir insanın karakterini, düşüncesini şekillendiren o kadar unsur var ki! O halde gerçeği ararken düşüncemize ne kadar güvenebiliriz?
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda çok dinli, çok ırklı bir toplum yıkılıp tek milliyet, tek din, tek dil politikası geldi. Zülfü Livaneli bu konuda kitapta şu cümlelere yer veriyor;
"Osmanlı gibi çok kültürlü, çok dinli, çok dilli bir toplumdan hepsi birbirine benzeyen bir Türk ulusu yaratma çabası, böyle zorlamaları da beraber getiriyordu işte. Devlet bu yüzden Türk kimliği üzerinde bu kadar hassastı. Çünkü yine ağabeyimin deyimiyle, biz diğer mevcut uluslar gibi kendimize bir devlet yaratmamıştık. Yani tam olarak bir ulus-devlet değildi kurulan, devlet kendine bir ulus yaratmıştı. Yeni kurulan cumhuriyetimiz için daha çok, devlet-ulus denebilirdi. Bu yüzden de, devleti eleştirmek ulusa darbe vurmak anlamına geliyor ve bağışlanmıyordu. Ne kadar saf ve naif bir biçimde yetiştirildiğimizi düşündüm. Bırakın yakın tarihimizi doğru dürüst öğrenmeyi, kendi aile hikâyelerimizi bile bilmeden yetiştirilmiştik. Demek ki her sabah milyonlarca öğrencinin "Türk'üm" diyerek başlayan ve "Varlığım Türk varlığına armağan olsun" diye biten toplu andı tekrarlaması boşuna değildi. Oysa biz bu andı her sabah söylerken sesimizin yüksek çıkmasından başka bir şeye dikkat etmez, kelimelerin ne anlama geldiğini bile düşünmezdik. Okulumuzdaki Ermeni, Rum öğrenciler de bağıra bağıra okurlardı bu andı."
Peki neden böyle bir ulus yaratıldı, neden Yahudiler, Rumlar, Kürtler türlü eziyetlere maruz bırakıldı. Ermenileri bize düşman etmelerinin sebebi neydi! Bu kadar yükle doğrulamayan bir devlet mi olunmamız istendi. Bu şekilde yeni bir Osmanlı Devleti'nin önü tamamıyla kesilmiş olmalıydı belki de. Bu kitap bana sorgulamadığım birçok olayı sorgulatıyor. Osmanlı Devleti'nde komşumuzun Ermeni, Rum olması gayet normalken ve onlarda ibadetlerini rahatça yerine getiriyorken şimdi nefretle dolmamızın sebebi algılardı. Düşüncelerimiz yönlendirildi. Neslimiz böyle değilken biz neden bu hale geldik! Ben neslimin ne olduğunu bilmiyorum, zamanında bölgemizde Rumlar yaşardı, dedem belki de türlü eziyetlere maruz kalmayalım diye bizlere aslını anlatmadı. Rize'de kaç aile gerçekten hangi ırka mensup olduğunu biliyor? Tarihte Hititler, Persler, Makedonlar, Romalılar, Rumlar ve birçok ırk, millet bu topraklara geldi ve gitti. Aslımızı bulmak istersek aslında çok karışık. Fakat hepimiz Adem'den geldik ve bu nedenle hepimiz kardeşiz. Habil ve Kabil'in farkını sadece gözetmeliyiz belki de, tüm insanlığın ayrıldığı iki fark var, iyi ve kötü olmamız. Diğer her şey bizleri birbirimize kırdırtan unsurlar.
Maximillian'ın kitaptaki konuşmasından bir kesiti paylaşmak, bu konuşmanın üstüne iyi gidecektir; "Benim tezim, bütün halkların, bütün kültürlerin birbiri hakkında önyargılara sahip olduğudur. Eğer bir gün bu önyargı kelimeleri, yani Avrupa dillerindeki barbar, Japon dilindeki gaijin, Müslümanlardaki kâfir, Almanlardaki Ari olmayan gibi önyargı sıfatlarını kaldırabilirsek, amacımıza ulaşabiliriz. Amaç nedir derseniz, bence tam olarak şudur: İnsanın değerinin sadece insan oluşundan geldiği; din, milliyet, cinsiyet, renk, siyaset gibi birtakım ön sıfatlarla ayrımcılığa uğratılmadığı bir hümanizm anlayışı."
Ve son olarak yine kitapta değinilen toplumsal bir problemi de paylaşıp bitireceğim, internete maruz kalan çocuklarımızın hayatı. Maya'nın oğlu Kerem için endişelendiği bir hususu bizlere paylaştığı şu cümlelere dikkatinizi verin lütfen; "Sonra oğlumun üye olduğu bazı sitelere girdim. Şifre gerektiği için hepsini ayrıntılı inceleyemedim ama dehşetle fark ettim ki, gençlere kolay intihar yöntemleri öğretmekten bomba yapımına kadar her şey vardı bu sitelerde. "Değer" diye bildiğimiz her şeyle dalga geçiliyor, nihilist, boş ve yaşamaya değmeyecek bir dünya modeli çiziliyordu."
Çocuklarımıza biz gerekiyoruz, daha az parayla da mutlu olabilirler, koşulları çok iyi olmasa da olur, onlar daha çok rahat etsin, istedikleri her şeyi onlara alalım diye çalıştığımız işlerden çok yanlarında olmamıza ihtiyaçları var. Aksi taktirde birileri evinize sızıp çocuğunuzu sizden alabilir. Gelecek onlara emanet ve onlara bu sorumluluğu hissettirmemiz başlıca görevlerimizden.
Genel olarak bana katkı sağlayan, düşünmediklerimi düşündürten, sorgulattıran bir kitaptı. Aynı zamanda Struma Gemisi'ni, Hitlerin uyguladığı politikaları, Türkiye'nin tarihinde bilinmeyen olayları araştırıp yeni bilgiler edinmemi sağladı. Serenad ile beraber Tarih ile alakalı belgeseller izlemeye başladım. Dünya tarihi ile ilgili bilmediğim birçok olayı öğrendim. Açıkçası oldukça faydalı bir serüven yaşadım. Sizlerin de okumasını tavsiye ederim.
Keyifli Okumalar,
SUKHA...
Comments