"Baylar, yemin ederim ki, her şeyi fazlasıyla anlamak bir hastalıktır; gerçek, tam manasıyla bir hastalık. İnsana, gündelik hayatını sürdürmesi için gereken anlayışın yarı hatta dörtte biri dahi, yeryüzünün en soyut, en inatçı şehri olan Petersburg'da oturmak gibi katmerli bir felakete uğramış, talihsiz on dokuzuncu yüzyıl aydınımıza yeterdi."
İnsanın içini, duygularını bu kadar güzel tahlil etmek muhteşem bir yetenek. Fakat dahası da var, bu tahlilleri zihin denizinden damla damla kağıda aktarabilmek. Gerçek bir yazı sanatı, kelime ustası, ruhun harflere şekil verme mucizesi.
Dostoyevski ile konuşmak güzeldi, okuyucunun soracağı soruları sorup adeta bir sohbet havasında içindeki fırtınaları bize aktardı.
Tabiatın verdiği bir diş ağrısını örnek göstererek Avrupa kültüründe yetişen bir insanın şımarıklığını tasvir edişine bakın;
"İşte sizleri rahatsız ediyor, içinizi parçalıyor, ev halkına uyku uyutmuyorum. Uyumayın, hepiniz her an, dişlerimin ağrısını duyun."
İlk bölümde ifade ettiği duygular aslında Dostoyevski'nin sürgün hayatında hissettiği ve içinden çıkamadığı durumların yazıya dökülen şekli. İstekler, irade, akıl üçlüsünün yorumunu yapıp, insanların belirli yasalara göre yaşamaya zorlanmasının bir piyano tuşu ya da bir civata olmaktan ne farkı vardı! Tabiat kanunları diyerek sorguladığı her şey aslında kendisini sürgüne mahkum eden Rus yasalarıydı. İnsan olmaktan uzaklaştırılıp, isteklerimizi, arzularımızı görmezden gelip bir piyano tuşu gibi sadece bize verilen görevleri yerine getirerek yaşamak Dostoyevski'yi bir buhrana sürükledi.
"Mesela siz insanı eski alışkanlıklarından vazgeçirmek, iradesini bilimle, sağduyuyla bağdaşacak tarzda düzenlemek istiyorsunuz. Fakat insanlarda böyle bir ıslahın sadece mümkün değil, aynı zamanda mecburi olduğunu nereden biliyorsunuz? İnsan iradesinin bu derece ıslaha muhtaç olduğu hükmünü neye göre veriyorsunuz? Kısacası, böyle bir ıslahın insana gerçekten fayda sağlayacağına nasıl karar verdiniz? Açık konuşalım; aklın ve aritmetiğin desteklediği gerçek, normal çıkarlara karşı gelmemenin insan için daima faydalı olduğuna, hepimiz için bir kanun sayılacağına neden bu kadar kuvvetle eminsiniz? Bu şimdilik bir tahminden ibarettir. Bunu mantık kanunu kabul etsek bile insanlığa uygulanamayabilir."
Yukarıda üstü kapalı ifade ettiği şey aslında sürgün hayatının, kürek cezasının ne kadar mantık dışı olduğuydu. Nasıl bu tarz cezaların bir insanı ıslah edebileceğini düşünürsünüz? Bu soruyla bizleri aslında normal kabul edilen birçok durumu, yasayı, inançları sorgulamaya itmektedir.
"İdrakin biricik kaynağı ıstıraptır."
Kitapta geçen bu cümle bana İsmet Özel'in şiirinden bir parçayı anımsattı. "Acı duymak ruhun fiyakasıdır." İnsan acı çekmeden idrakini nasıl geliştirebilir ki! Dostoyevski'nin sürgünden önce yazdıklarıyla sonra yazdıklarını incelediğimizde bile bunu görürüz.
"İnsan refahtan başka şeyi de sevemez mi? Belki ıstıraptan da aynı derecede hoşlanıyordur? Hatta ıstırabın saadet kadar faydalı olması da mümkündür, insanın sırasında acıyı ihtirasa varan derecede sevdiği bir gerçektir. Bunu anlamak için dünya tarihine başvurmaya lüzum yok, hayatın ne olduğunu bilen bir insansanız kendi kendinize danışın, yeter. Şahsi kanaatime göre, yalnız refahı sevmek biraz ayıptır bile. İyi midir, fena mıdır orasını bilmem ama, bazen bir şey devirip kırmanın da kendine göre tadı oluyor."
Tam da bu paragraf aslında ikinci bölümdeki karakterimizin neden bu kadar dengesiz olduğunu açıklıyor. Hikaye aslında kahramanımızın kendini var etmeye çalışmasıyla yok etmeye çalışması arasında geçen bir süreç. Bazen bir subaya kafa tutarak kendini var etmeye çalışıyor, bazen de bir fahişeye söylediği sözlerle içindeki aşağılık insanı çıkarmaya çalışıyor. Eski arkadaş çevresiyle buluşup onlara kötü laflar edip kendini alçaltıyor ve sonra muhteşem bir mektup yazarak kendi varlığını yüceltiyor. Duygularının bu derece değişken olması, yazarın içindeki karmaşayı ortaya seriyor.
Oldukça öğreticiydi. İnsanın ne kadar değişken ve duygu yüklü olduğunu göstererek kanunlara bağlı kalabilmesinin olanak dışı olduğunu da ifade ediyor aslında. Yazdıklarını üstü kapalı anlatması da yasalardan korktuğunun, çekindiğinin bir göstergesi. Yeteneğini böyle muhteşem kullanması, çekindiği için sürekli misaller vererek anlatması, hikayenin değerini artırıyor. Dönemin şartları, acıları, zorlukları yazarları besleyen etkenlerden biri, Dostoyevski'nin Dostoyevski olmasına sebep olan katı Rus yasalarına teşekkür etmeli miyiz? Belki bu biraz bencilce fakat beni bu genç yaşımda yazdıklarıyla olgunlaştıran ruhumu besleyen en iyi yazarlardan biri olmasına sebep olan her şeye biraz minnet duymuyor değilim.
Cemal Süreyya'nın sözleriyle yazımıza son verelim; "13 yaşımda Dostoyevski okudum ve o gün bugündür huzurum yok."
Keyifli Okumalar...
SUKHA
コメント